Düşünsene, 1920 senesi, Milli Mücadele’nin en hararetli zamanları. Milletçe bağımsızlık için canla başla mücadele veriyoruz. Tam da bu sırada, Mehmet Akif Ersoy’a “Hadi bize bir marş yaz da ruhumuzu coştursun!” diyorlar. Akif Ersoy da cepheleri geziyor, askerlerle konuşuyor, milletin duygularını hissediyor. Sonunda ortaya o muhteşem eser, İstiklal Marşı çıkıyor.
Marş 1 Mart’ta Meclis’e sunuluyor ve milletvekilleri tarafından büyük beğeniyle karşılanıyor. Tabii ki ufak tefek tartışmalar da oluyor, “Şu kelimeyi şöyle yapsak”, “Bu dizeyi böyle yazsak” gibi. Ama genel olarak marşın ruhu ve anlamı herkes tarafından kabul görüyor. Ve 12 Mart 1921’de, tarihi bir gün olarak, İstiklal Marşı milli marşımız olarak kabul ediliyor.
Düşünsene, bir milletin bağımsızlık ve özgürlük ruhunu en güzel şekilde anlatan bir eser. Milli Mücadele’nin tüm zorluklarını, zaferlerini, acısını ve sevincini yansıtan bir marş. Milli birliğin ve dayanışmanın simgesi haline gelen bir eser. Her 12 Mart’ta bu önemli günü kutlayarak milli değerlerimizi ve bu eserin önemini bir kez daha anlıyoruz.
İlk bestesini Osman Zeki Üngör yapmış, ama sonra Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi kabul edilmiş. İlk kez Ankara’da bir törende okunmuş ve herkes gözyaşlarına boğulmuş.